Tarih, nur ile ateşin, iman ile küfrün, hak ile bâtılın mücadelesinden ibarettir. Allah’ın kendilerine zâhiri ve bâtınî ilimler verdiği Peygamberler, insanlığın üzerinde birer güneş gibi doğmuştur. Nurlarıyla kalpleri ve ruhları aydınlatmışlardır. Şeytan’ın askerleri, yani bâtıl yolun mensupları ise, bu hak ve mukaddes dinlere, mefhumlara, sembollere, tarikatlara, tekkelere sızarak onları tahrif etmiş; bunları kendi maksatları için kullanmıştır. Bilhassa bâtınî ilimlerin gayelerini tersine çevirmişlerdir. Peygamberlerin nurları ve şeriatları olmadan da aydınlanabileceklerini iddia etmişlerdir. Nuru taklit ederek insanları aldatan bu ateşin sahte ışığı, ele geçirdiği yerleri ve insanları aydınlatmamış; bilakis onları küfrün karanlığına gömmüştür. Bu mücadelenin tarihteki en meşhur misallerinden biri de Türklerle Haşhaşiler arasındaki mücadeledir.
Haşhaşiler
Şii’liğin bir kolu olan İsmailîler, Sünni İmam Cafer-i Sâdık’ın oğlu İsmail’in adını kullanırlar. Sünni Abbasilerle mücadele ederek büyüdüler. Kendi davalarını, dâî adını verdikleri misyonerlerle yayıyorlardı. 909’da Kahire merkezli Fatımi devletini kurdular. Fatımi imamı Müstansır-Billah’ın 1094’de ölümünün ardından bölündüler. Tahta oturan kardeşine isyan ederek öldürülen, Müstansır-Billah’ın büyük oğlu Nizar’ın taraftarları, yani Nizarî İsmaililer, diğerlerinden ayrıldı. Bunlar, İran ve Suriye’de ekseriyette idiler.
Hasan Sabbah, Kum’da Şii bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Bir müslümandan ziyade, İran milliyetçisiydi. Ailesi ile taşındığı Rey’de İsmaili inancı ile tanışarak onlara katıldı. İsmaili dâîsi olarak faaliyetlere başladı. Mısır’a giderek dersler aldı ve Nizar taraftarı oldu. Gazneli ve Karahanlı hanedanlarıyla başlayan ve Selçuklularla zirveye çıkan İran’daki Türk hakimiyetinden nefret ediyordu.
İran’a dönen Hasan Sabbah, Selçuklu Türkleriyle mücadele için, ayaklanma ve suikasta dayanan yeni taktikler geliştirdi. Müthiş bir teşkilatçıydı. Topladığı adamlar ile beraber, karargahını kurmak üzere bir üs aramaya başladı. İslam öncesi Zerdüştlüğün hâkim olduğu ve Selçukluların menzili dışında kalan Deylem’de karar kıldı. Buradaki Alamut kalesini ele geçirecekti. Dâîlerini propaganda için bu beldeye göndererek taraftar toplamaya başladı.
Hasan Sabbah’ın faaliyetleri, Selçuklu devlet adamı Nizâmülmülk’ün dikkatinden kaçmamıştı. Rey valisi olan damadı Ebu Müslim’e, Hasan Sabbah’ı tevkif etmesini emretti. Fakat Hasan kaçıp saklandı. 1090’ın Eylül ayında da Alamut kalesine sızdı ve kendisine bağlı İsmaililer ile beraber kaleyi Şii kumandandan teslim aldı. Böylece, daha Fatımi imamın ölümünden dört yıl evvel, bir Nizari İsmaili devleti kurulmuş oluyordu.
Nizâmülmülk
Selçuklu veziri Nizâmülmülk, fedai adını verdiği dâîleri ile terör saçan bu yılanın başını küçük iken ezmek istiyordu. Rudbar ve Kuhistan’a yayılan Haşhaşilerin üzerine bir ordu göndermesi için Sultan Melikşah’a tavsiye bulundu. Emir Arslan Taş’ın kumandasında yola çıkan ordu, Hicri 485 yılının Cemaziyelevvel ayında Alamut’a ulaştı ve kaleyi kuşatma altına aldı. Civardaki İsmaililerin Hasan Sabbah’a yardıma gelmesiyle kuşatma uzadı.
Hasan Sabbah en büyük düşmanının Nizâmülmülk olduğunu ve o ortadan kaldırılırsa üzerlerindeki baskının da kalkacağını biliyordu. Nitekim, Ramazan ayında bir fedaisini, Sultan Melikşah ile beraber İsfahan’dan Bağdat’a gitmekte olan Nizâmülmülk’ün üzerine saldı. Bir derviş kılığında kafileye sokulan Bâtınî fedaisi bu genç, Nihâvend yakınlarında, iftardan sonra çadırına çekilmekte olan hedefini kalbinden hançerledi. Nizâmülmülk ağır yaralı olarak çadırına kaldırıldı. Bu büyük çınar, suikast haberini alınca çadırına gelen Sultan Melikşah’in okuduğu Ku’ran-ı Kerim’i dinleyerek ruhunu Hakk’a teslim etti.

Vezîr-i Kebîr
İsfahan’da kendi inşa ettirdiği medreseye defnedilen Nizâmülmülk’ün asıl adı, rakibi gibi, Hasan’dır. Künyesi, Ebû Ali’dir. 1018’de Tûs’da doğdu. Küçük yaşta annesini kaybetti. Doğduğu şehir başta olmak üzere, Nişabur, Buhara, Gazne ve Horasan’da ilim tahsil etti. Hasan Sabbah ile aynı sınıfta okuduğu iddia edilse de bu bir efsaneden ibarettir. Çeşitli memuriyetlerde vazife aldı. Merv’de, Sultan Alparslan’ın babası Çağrı Bey’in yanında kâtip olarak çalıştı ve onun muhabbetini kazandı.
Nizâmülmülk, İslam ve Türk dünyasının en büyük devlet adamlarından biridir. Selçuklu Sultanı Alparslan’a ve oğlu Sultan Melikşah’a yirmi dokuz yıl vezirlik yaptı. Malazgirt zaferinin kazanılmasında büyük tesiri oldu. Melikşah’ın tahta geçmesinde de büyük payı olduğu için Sultan, kendisini bir baba olarak görmüştür. Onun sayesinde Selçuklu ordusu zamanın en güçlü ordusu haline geldi. Saray ve merkezî hükümet teşkilâtını, İslâm esaslarına dayalı mahkemeleri, toprak sistemini yeniden tanzim etti. Hastaneler, câmiler, medreseler ve tekkeler inşa ettirdi.
Siyasetname

Nizâmülmülk’ün en meşhur eseri, Siyasetname’dir. Türk-İslâm devletlerinin idâri, mâlî, siyâsî, askeri, sosyal ve kültürel cihetlerini ele alarak idarecilere nasihat vermektedir. “Dünyada Allah-ü teâlâ’nın kulları üzerine hüküm sürenlerden her biri, kıyamet gününde elleri bağlı olarak getirilir. Eğer âdil davranmışsa, onun adâleti ellerini çözer ve Cennete girer. Eğer zulüm etmiş ise, elleri bağlı hâlde Cehenneme atılır.” hadis-i şerifini nakleden Nizâmülmülk, mülkün, zulüm ile payidar olmayacağını söyler.
Nizâmülmülk; Mu’tezile ve İsmaililik gibi bâtıl fırkalarla mücadele ederek, Hazret-i Peygamber ve Eshabının yolu olan Sünniliği, yani Ehli Sünnet itikadını cemiyette hâkim hâle getirmiştir. Bu eseri de, devletin bekası için temiz ve doğru itikadın ehemmiyetini göstermektedir. Sultan Mahmud, oğlu Mesud, Sultan Tuğrul ve Alparslan’ın Hristiyanlara, Zerdüştlere, Şiilere, Râfizîlere ve Bâtınîlere makam ve kendilerine ulaşmaları için yol vermediklerini, bu bâtıl itikatlıların bir Türk’ün huzuruna çıkmaya cüret ve cesaretleri olmadığını yazar. Ardından Sultan Alparslan’ın şu sözlerini nakleder:
“Irak ahalisi ekseriyetle, kötü mezhepli, kötü dinli, kötü itikatlı ve Deylem taraftarı olurlar. Türk ile Deylem arasındaki düşmanlık ve ihtilaf bugüne ait değildir. Aziz ve celil olan Allah, Deylemlilere musallat oldukları için Türkleri yüceltmiştir. Aziz ve celil olan Allah’ın lûtfü ile Türkler, temiz dinlidirler. Onlar [Deylemliler] hevâ ve bidat ehli ve kötü mezheplidirler. Türkler karşısında aciz kaldıkları müddetçe, itaat gösterirler. Türklerin işlerinde zayıflık zuhur ederse, onlar kuvvet kazanırlar, Türklerden öç almaya çalışırlar.”
Nizâmiyye Medreseleri
Devlet adamlığı ön planda olsa da Nizâmülmülk, aynı zamanda hâfız ve fıkıh ve hadis âlimidir. Kuşeyrî gibi büyük âlimlerden hadis dersleri almıştır. Rey ve Bağdat’ta kurduğu ilim meclislerinde devrin en büyük âlimlerini bir araya topladı. Ehli sünnet akîdesini güçlendirmek ve devletin ihtiyaç duyduğu vazifelileri yetiştirmek için çeşitli şehirlerde medreseler kurdurdu. Nişâbur’daki medreseyi, Şafii âlimi İmâm-ül-Harameyn Cüveynî için inşa ettirdi. Çok hürmet ettiği Ebû İshâk-ı Şîrâzî için de Bağdat’ta, kendi adıyla anılan Nizâmiyye medresesini bina etti. Kendisinin çok ileri görüşlü bir âlim olduğunun en büyük delili de; Ebû Hâmid el-Gazâlî’yi, yani İmam-ı Gazali’yi keşfedip, bu medreseye müderris tayin etmesidir.
Nizâmülmülk öğleye kadar devlet işleri meşgul olur; öğleden sonra da halkın maruzatını dinlerdi. İnsanlara karşı çok merhametliydi. Bir gün, ihtiyaç sahiplerinden biri, elindeki mektubu Nizâmülmülk’e doğru atmış; mektup vezirin divitine isabet etmiştir. Çarpmanın neticesinde, ağzına kadar mürekkep dolu divit dökülmüş; Nizâmülmülk’ün sarığı ve elbisesine isabet etmiştir. Fakat bu hadise karşısında yüzünde kızgınlık ifade eden en ufak bir değişiklik olmamıştır.
Dua Ordusu
Gençliğinde bir emirin yanında çalışırken bir derviş Nizâmülmülk’ün yanına gelir ve, “Sana faydası dokunacak kimselere hizmet et. Yarın köpeklerin parçalayacağı kimselere hizmet etme” der. Nizâmülmülk adamın ne demek istediğini anlamaz. Fakat aynı akşam emir sarhoş olup bahçeye çıktığında kendi köpekleri tarafından parçalanınca, dervişin vermek istediği mesajı alır. Kendisine mürşid aramaya başlar. Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr gibi tasavvuf büyüklerinin sohbetlerine katılır.
Nizâmülmülk’ü irşad eden asıl hocası, sadece zâhiri ilimlerde değil, manevî ilimler de zamanın bir tanesi ve Horasan’ın en meşhur şeyhi olan Ebû Ali Fârmedî’dir. Nizâmülmülk, hocası kendisini ziyarete geldiğinde, onu diğer şeyhler gibi, misafir koltuğuna değil, bizzat kendi makamına oturtur, kendisi de önünde diz çökerdi. Fârmedi, onun için, “Hasan fitnelere mâni ve Müslümanlara müşfiktir” demiştir.
Hocası sayesinde zâhidâne bir hayat süren Nizâmülmülk, ulema ve meşâyıha devamlı yardımlarda bulunmuştur. Öyle ki; bir gün, Sultan Melikşah’ın hazinedarı, fakihlere ve sûfîlere her yıl 300 bin dinar verdiği için Nizâmülmülk’ü Sultan’a şikâyet eder. Melikşah da vezirinden sebebini sorar. Nizâmülmülk şöyle cevap verir:
“Sen her yıl askerlere bunun iki mislini sarf ediyorsun; halbuki bunların en kuvvetlisi ve en nişancısının attığı ok bir milden ileriye gitmez. Bunlar ellerinde bulunan kılıçlarıyla yalnız kendi yakınında bulunan kimseleri öldürebilirler. Ben ise sarfettiğim bu para ile öyle bir ordu techiz ediyorum ki, onların duaları ok gibi tâ arşa kadar gider ve Allah’a vasıl olmak için ona hiçbir şey mâni olamaz.“
Bu sözler üzerine Melikşah ağlayarak, kendisinden bu orduyu çoğaltmasını talep etmiştir. Nitekim Selçuklu devleti yıkılmış; fakat Nizâmülmülk’ün desteklediği bu ordu, Anadolu’da Osmanlı İmparatorluğu’nun temellerini atmıştır. Türkler, felsefe bulaştırmadıkları o halis Ehli Sünnet inançlarıyla dünyanın en güçlü devleti olmuş ve Roma İmparatorluğunu tarihe gömmüştür
Türkiye Gazetesinde okumak için tıklayınız.
To read in English please click here.
Maşaallah çok memnun olduk.Blog çok iyi bir fikir.Emeğinize sağlık.Devamlılığını umuyoruz selamlar..
BeğenBeğen