Tarih boyunca cahil insanlar, insanlardan ayrı yaşayan, evlenmeyen, fevkalade haller gösteren, imkânı olduğu halde eski püskü elbiseler giyen insanlara kıymet vermiş; onların böyle olmayan diğer insanlardan daha üstün olduğuna inanmışlardır. Hâlbuki insanların en üstünü ve onlara her cihetten en güzel numune olan Peygamber Efendimiz evlenmiş, çocuk sahibi olmuş, alışveriş ve ticaret yapmış, gülmüş, öfkelenmiş, ağlamış, unutmuş, kıymetli ve güzel kıyafetler giymiş, muhtelif yiyecekler yemiş, müsabaka yapmış, hastalanmış ve vakti geldiğinde de vefat etmiştir. Yani, meleklerden üstün olduğu halde, bir melek gibi değil; peygamberliği kendisine bildirilmeden önce de sonra da mükemmel bir insan olarak yaşamıştır.
Aile Reisi
Peygamber Efendimiz bir devlet reisi olmasına rağmen, sıradan bir aile reisi gibi kendi elbisesini yamar, evi süpürür, keçileri sağar, ev için çarşıdan alışveriş yapar ve aldıklarını taşır, ayakkabılarını tamir eder, develeri bağlar ve onlara yem verirdi. Hanımlarının her birine vakit ayırırdı. Onlarla sohbet eder, şakalaşırdı. Onlara karşı hep nazik davranırdı. Safiyye validemizi bindirmek için, devenin yanında diz çökmüş, hanımı dizine basarak deveye binmişti. Çok sevdiği hanımı Hazret-i Aişe su içtiğinde, Peygamber Efendimiz onun ağzını koyduğu yerden içerdi. Et yerken onun ısırdığı yerden ısırırdı. Onu neşelendirmek için koşarak onunla yarıştı. Ruhunu da, mübarek başı Hazret-i Aişe’nin dizinde olduğu halde teslim etti.
Peygamber Efendimiz, hanımlarından gelen sıkıntılara ve onların kıskançlıklarına sabrederdi. Hanımlarından biri, diğer eşi Safiye’ye, ‘‘Yahudi’nin kızı’’ diyerek onu incitip ağlattı. Peygamber Efendimiz Safiye validemize, “Sen bir Peygamberin [Hârun] kızısın. Amcan [Musa] da Peygamberdi. Şu anda da bir Peygamberin nikâhı altındasın. Sana karşı nasıl övünebilir?” buyurarak onu teselli etti. Hazret-i Aişe, Hazret-i Safiye’nin gönderdiği yemeği vurup yere döktüğünde, Peygamber Efendimiz öfkelendi. Fakat hanımına sadece, tabağın aynısını geri göndermesini söyledi ve eğilip dökülen yemeği topladı. Başka bir seferinde ona, “Ey Aişe, benden memnun olduğun ve bana öfkeli olduğun zamanları pek iyi anlarım” buyurdu. Hazret-i Aişe nasıl anladığını sordu. Peygamber Efendimiz de şöyle cevap verdi: “Benden hoşnut olduğunda, ‘Muhammed’in Rabbi hakkı için’ dersin. Bana kırgın olduğunda ise, ‘İbrahim’in Rabbi hakkı için’ dersin.”
Eshâb-ı Kirâm
Peygamber Efendimiz, zengin fakir, siyah beyaz ayırmadan dostları ve akrabaları ile, yani Eshâb-ı Kirâm ile beraber yaşardı. Onlardan kız aldı ve kız verdi. Hastalandıklarında ziyaretlerine gitti. Vefat ettiklerinde cenazelerinde bulundu. Onlarla istişare etti. Onlarla beraber omuz omuza cihat etti. Onlarla beraber yedi, onlarla beraber güldü ve hüzünlendi. Eshâbını öyle severdi ki Kuran-ı Kerim’de, “And olsun, size içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir” buyuruldu.
Kâinatın yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Hazret-i Peygamber dostları ile şakalaşırdı. Yapmış olduğu bir şakaya Ebû Hureyre şaşırıp, “Yâ Resûlullah, bize şaka mı yapıyorsun?” diye sorunca, “Evet, ben şaka yaparım; fakat sadece doğruyu söylerim” buyurdu. Cennete girmek için kendisinden dua isteyen Ensârdan ihtiyar bir kadına, “Sen bilmiyor musun, ihtiyarlar cennete girmez” deyince, kadıncağız ağlamaklı hâle geldi. Peygamberimiz gülerek, kadınların ihtiyar halleri ile değil, genç olarak cennete gireceklerini söyledi. Hazret-i Bilâl, bir horoz kurban etmek istediğinde ona, “Bir müezzin başka bir müezzini kurban eder mi?” dedi. Çölden şehre her geldiğinde kendisine hediyeler getiren Zahir isminde köylüyü bir seferinde takip etti ve arkasından yakalayıp elleriyle gözlerini kapattı. Zahir göz ucuyla süzünce Onun Resûlullah olduğunu anladı. Hazret-i Peygamber aleyhisselâm, “Bu köleyi kim alacak?” diye latife edince Zahir, “Bana kimse kıymet biçmez Ya Resûlullah! Zira benim yüzüm çirkindir!” diye cevap verdi. Peygamber Efendimiz de, “Ey Zahir, zâhirine bakanlar öyle fazla kıymet biçmezse de senin Allah katında değerin çok büyüktür” buyurdu.
Peygamber Efendimiz öfkelenirdi. Fakat öfkelenmesi nefsi için değil, yalnız Allah için olurdu. Bir gün birisi gelip kendisine, bir sahâbînin imamete geçtiğinde namazı fazla uzattığını söyleyince sinirlendi ve “Sizden biri imam olduğunda kısa tutsun. Arkasında yaşlı, küçük çocuk ve ihtiyaç sahipleri olabilir” diye emretti. Yine bir gün Eshâbından bazılarının kader hususunda münakaşa ettiklerini görünce çok öfkelendi ve “Siz, bununla mı emr olundunuz? Sizden öncekiler, bu mevzuda tartıştıkları için helâk oldular” diyerek onları ikâz etti.
Çocuklar
Peygamber Efendimiz, çocukları gördüğünde başlarını okşar, onları öperdi. Bineğinin terkisine alıp, gidecekleri yere kadar götürürdü. Namaz kıldırırken çocuk ağlaması duyunca, ağlayan çocuğun üzülmemesi ve annesinin huzursuz olmaması için kısa sûreler okuyarak namazı çabuk bitirirdi. Küçük bir hizmetçi kızın, sahibinin un almak için verdiği parayı kaybettiği için ağladığını görünce, ona para verdi. Çocuğa kızmamaları için efendisinin evine kadar onunla beraber gitti. Boynu bükük bir yetimi görünce, “Senin baban ben olsam, Aişe de annen olsa razı olmaz mısın?” buyurdu. Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin evine misafir olacağı sırada Neccâroğulları’nın küçük kızlarının def çalıp şarkı söylediklerini görünce onlara, “Beni seviyor musunuz?” diye sordu. Onlar da, “Evet yâ Resûlullah” cevabını verdiler. Bunun üzerine Peygamberimiz, “Ben de sizleri seviyorum” sözüyle mukabelede bulundu. Bir cemiyette, kendisine getirilen içecekten biraz içtikten sonra, ikrama solunda bulunan yaşlılardan başlamak için, sağında oturan çocuktan izin istedi. Fakat çocuk kabul etmedi.
Peygamberimiz kendi çocuklarını ve torunlarını da öpüp koklar, sırtında taşır ve omzuna bindirirdi. Bir hutbe esnasında torunları Hasan ve Hüseyin’in düşe kalka yürüyerek yanına geldiklerini görünce, hemen minberden indi ve onları kaldırdı. Namaz kılarken torunları sırtına çıktığında düşmemeleri için secdeyi uzattı. Çok sevdiği oğlu İbrahim o devirde âdet olduğu üzere sütannesinin yanında iken, Peygamber Efendimiz Mekke’nin yüksek taraflarındaki bu köye gider, oğlunu kucağına alır, öper ve sonra geri dönerdi. İbrahim kucağında vefat ederken mübarek gözlerinden yaşlar süzüldü. Buna hayret eden Abdurrahman bin Avf, “Sen de mi ya Resullah?” diye sual ettiğinde, “Ey İbn Avf! Bu, rahmet ve şefkat eseridir. Göz yaşarır, kalp hüzünlenir. Fakat biz, ancak Rabbimizin hoşnud olacağı sözleri söyleriz. Ey İbrâhîm! Ayrılışına gerçekten üzgünüz. Eğer bu, herkes tarafından takip edilecek yol olmasaydı ve en sonuncumuz ilk gidenimize kavuşacak olmasaydı, senin için bundan daha fazla üzülürdüm” buyurdu.
Eğlence
Peygamber Efendimiz, Eshâbının bayram günleri meşru ölçüler içerisinde eğlenmelerine müsaade ederdi. Mina günlerinde iki câriye Hazret-i Âişe’nin yanında def çalıp şarkı söylerken Hazret-i Ebû Bekr, kızını ziyarete geldi. Bu esnada Resûlullah aleyhisselam onları görmemek için elbisesine bürünmüş bir halde yatıyordu. Hazret-i Ebû Bekr şarkı söyledikleri için kadınları azarlayınca Peygamber Efendimiz başını açarak, “Yâ Ebû Bekr! Onları bırak, bayram günleridir” buyurdu. Bir keresinde de Habeşliler mescidin yanında oynarlarken Hazret-i Aişe Peygamber Efendimizin arkasına geçti ve beraber oyunu seyrettiler.
Resûlullah Efendimiz güreşmiş, güreşenleri seyretmiştir. Deve müsabakalarına iştirak etmiştir. Hiç kimsenin geçemediği Adbâ adında bir devesi vardı. Bir müsabakada, çölden gelen bir bedevinin binek devesi Adbâ’yı mağlup etti. Bu mağlubiyet, Eshâb-ı Kirâm’ın ağrına gitti. Peygamber Efendimiz ise dünyada her kemâlin bir zevâli olduğunu söyleyerek onları teselli etti.
Allah’ın Kulu ve Elçisi
Peygamber Efendimiz, “Hristiyanların İsa bin Meryem’i övdüğü gibi beni övmeyiniz. Ben, sadece Allah’ın kuluyum. Bana Allah’ın kulu ve Resûlü deyiniz” derlerdi. Bir köle gibi yerde oturarak yer, “Bir kulun yediği gibi yer, oturduğu gibi otururum. Çünkü ben de ancak bir kulum” buyururdu. Allahü Teâlâ bildirmedikçe gaybı bilemeyeceğini söylerdi. Medine’de hurma ağaçlarının aşılanması tecrübesinde olduğu gibi, diğer insanların dünya işlerinden daha iyi anladığını ifade ederdi. Bir keresinde, dört rekatlık öğle namazını sehven beş rekat olarak kıldırdı ve, “Ben ancak bir beşerim, sizin gibi ben de unutup yanılabilirim. Unuttuğumda bana hatırlatın” buyurdu. Hakkında nass bulunmayan hususlarda ictihat hatası yaptığı zamanlar da oldu. Mesela Bedir gazvesinin ardından, esir edilen Kureyşlilere nasıl muamele edileceğine dâir Eshâbının fikrini sordu. Hazret-i Ebu Bekr’in teklifini kabul etti ve esirleri fidye karşılığı serbest bıraktı. Daha sonra gelen âyet-i kerime bu ictihadın doğru olmadığını bildirdi.
Gaflet
Cahil insanlar ölü bedenlerin diriltilmesi gibi fevkalade hallere kıymet verir. Âlemlerin Efendisi ve Onun vârisi olan evliya ise insanlar arasına karışmış ve sohbetleri ile onların ölü kalplerini diriltmişlerdir. İnsanlarla ve dünya işleri ile meşgul olmak cahillere gaflet gibi gözükse de, bilakis bu aslında bir üstünlüktür. İmam-ı Rabbani Hazretleri, Mebde’ ve Meâd adlı eserinde bu hususta şöyle yazmaktadır:
“Bu öyle bir gaflettir ki, insanların seçkinlerini meleklerin seçkinlerinden daha üstün yapmıştır. Bu öyle bir gaflettir ki, Hazret-i Muhammed’i (aleyhisselâm) âlemlere rahmet yapmıştır. Bu öyle bir gaflettir ki, evliya-ı işreti [insanların arasına karışıp onları irşâd eden velileri], evliya-ı uzletten [insanlardan uzak duran velilerden] daha üstün kılar. Bu öyle bir gaflettir ki, [nübüvvetten evvel] bir atın iki kulağı gibi eşit iken, sonradan Hazret-i Muhammed’i (aleyhisselâm) Ebu Bekr Sıddîk’tan (radıyallahü anh) üstün yapar. Bu öyle bir gaflettir ki, sahvı [ayıklığı] sekrden [manevi sarhoşluk hâlinden], peygamberliği velilikten üstün eyler. Basiretsiz olanlar anlamasa da, bu öyle bir gaflettir ki, kutb-ı irşâdı kutb-ı abdaldan daha faziletli yapar. Bu öyle bir gaflettir ki, Ebu Bekr Sıddîk’a (radıyallahü anh), ‘Keşke Muhammed’in (sallallahü aleyhi ve sellem) bir sehvi [hatası] olsaydım’ dedirtmiştir. Bu öyle bir gaflettir ki, huzur onun basit bir hizmetçisidir. Bu öyle bir gaflettir ki, iniş gibi gözükse de aslında yükseliştir. Bu öyle bir gaflettir ki, mümtaz insanları avam halka benzetir ve bu hâli evliyanın yüksek kemâlâtını örten kubbeler yapar.”
To read in English please click here.
Son Yorumlar